Aran, Banka’nın 100. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada, yılın ilk 6 ayında önceliğin fiyat istikrarını sağlamak ve enflasyonu düşürmek olduğu için Türkiye’de çok ciddi bir parasal sıkılaşmaya gidildiğini, şu anda da sıkılaşma adımlarının sonuçlarının görüldüğünü belirtti.
Üretim, talep ve istihdamdaki azalmanın derinleşeceğini ifade eden Aran, buradaki stresin güven endekslerinde de kendini gösterdiğini, mevsimsellikten arındırılmış reel kesim güven endeksinin 2020 yılından bu yana ilk kez 100 eşik seviyesinin altına gerileyerek bozulan beklentilere işaret ettiğini, diğer güven endekslerindeki (tüketici, hizmet sektörü, perakende ticaret ve inşaat) bozulmanın da sürdüğünü söyledi.
“Amacımız fiyat istikrarını sağlamaksa, enflasyonu düşürmekse bunun bedelini de ödeyeceğiz”
Şu andaki tablonun, “para politikasında sonuç alırken ve fiyat istikrarı sağlanırken aslında diğer tarafta ne ile karşılaşacaklarını, yapılanların ne pahasına yapıldığını” gösterdiğini kaydeden Aran, “Amacımız fiyat istikrarını sağlamaksa, enflasyonu düşürmekse bunun bedelini de ödeyeceğiz.” dedi.
Bu yıl ekonomik büyümenin yüzde 3,5 civarında oluşmasını beklediğini, dolayısıyla ekonominin soğuduğunu belirten Aran, söyle devam etti:
“Aslında aynı mekanizma ekonomi çok sıcakken de geçerliydi. Daha önceki ekonomi politikasını düşünün; enflasyonist baskıların arttığı bir ortamda yüzde 8-10 civarındaki faiz oranları ile uzun vadeli yatırım kredileri verdik. Tüm şirketlerin para kazandığı bir dönem oldu. Ucuz bir şekilde ve döviz rezervimiz yokken bunu yaptığımızda da bir bedel ödeyeceğimizi bilmeliydik. Hem içeride tasarrufumuz yeterli değilken hem dışarıdan kaynağa ihtiyacımız varken, faiz indirdiğimizde herkesin çılgınca parasını değer kaybetmeyecek alanlara yatırma telaşına gireceğini, bunun da enflasyonu kontrolden çıkaracağını biliyorduk. Şimdi de ‘enflasyonla mücadele edeceğiz, kontrol altına alacağız’ dediğimizde büyümede, istihdamda, üretimde, ihracatta sorunlar yaşayacağımızı bilmemiz gerekiyor. Maalesef hayatta gerçek ve kalıcı başarı her zaman çok boyutlu optimizasyon problemlerini çözebilmekle mümkün, tek yönlü maksimizasyonla ise ancak bedelini ödemek şartıyla geçici başarılar elde edebilirsiniz.”
Enflasyon kontrol altına alınıp fiyat istikrarı sağlandıktan sonra ekonominin dengeye ulaşacağını ve rahatlamanın ancak 2026 yılında görülmesini beklediğini ifade eden Aran, “Fiyat istikrarı sağlanırken ve bunun için bir bedel öderken mutlaka sorunlarımızı çok boyutlu ele almalı, üretime ve ihracata dayalı ekonomi modeli yaklaşımımıza zarar verecek aşırılıklardan kaçınmalıyız. Ancak bu şekilde tekrar normale dönebiliriz. Umarım hem reel sektörü korumayı hem kredilerdeki kısıtlamaları kaldırmayı ve bankaların üzerindeki zorunlu karşılık baskısını azaltmayı hem de Merkez Bankası rezervlerini cari açığı rahatlıkla finanse edebilecek noktaya getirmeyi, fiyat istikrarıyla birlikte eş zamanlı sağlayabiliriz. Yüzde 5 oranında alışık olduğumuz yıllık ekonomik büyümeyi gerçekleştirirken de bir daha cari açık vermemek için mutlaka uzun vadeli yapısal dönüşümlere, projelere ve ciddi reformlara ihtiyacımız var, bu tür projeleri konuşmalıyız ancak o zaman istihdam kaybının önüne geçer, işsizlik oranını yüzde 10’un altında tutabiliriz. Bunun için de önümüzdeki 1,5 yılı nasıl idare edebileceğimize iyi bakmamız, 2026 yılından sonra neler yapacağımızı konuşmamız gerekiyor.” değerlendirmesinde bulundu.
“Politika faizi 2025 sonuna kadar yüzde 25’e inebilir”
Hakan Aran, sıkılaşmada henüz kredilerin büyümesindeki sınırın gevşemesini beklemediklerini, bankaların bu süreci yönetebileceğini belirterek, faiz indirim döngüsünün ne zaman başlayacağına dair şunları kaydetti:
“Ekim ayı Para Politikası Kurulu toplantısında Merkez Bankasının bir aksiyon almayacağını, sadece sözlü ve yazılı yönlendirmeyle izleyen dönemde faiz indirimlerine başlayabileceğinin sinyalini vereceğini sanıyorum. Yıllık enflasyonun ve enflasyon eğiliminin politika faizi seviyesinin altında kalıcı olarak şekilleneceğinin net olarak görülmesiyle birlikte kasım ayından itibaren 250 baz puan seviyesinde faiz indirimleri için fırsat oluşacağı ve bu yılın sonunda politika faizinin yüzde 45’e, önümüzdeki yılın sonunda da yüzde 25’e indirilebileceği kanaatindeyim. Bu, Türkiye’de enflasyonun kontrol altına alınması, sistemin işleyişi ve reel sektör üzerindeki yükün hafiflemesi gibi unsurlarla birleştiğinde 2026 yılına umutla bakmamızı sağlar. Enflasyonun da 2025 sonunda yüzde 20 civarına düşebileceğini öngörüyoruz. Bu, bizim için pek çok dengenin sağlanması açısından önemli. Bu yolculuk, Orta Vadeli Program (OVP) ve maliye politikasıyla destekleniyor. Türkiye’nin de sanırım bunu başarmaktan başka çaresi yok.”
“Hanehalkı, aylık enflasyon yüzde 1’lere indiğinde güven hisseder”
İş Bankası Genel Müdürü Aran, enflasyonda hanehalkının hissettiği enflasyon ile piyasa beklentileri arasındaki makasa ilişkin de hanehalkının, baz etkisi devreden çıkıp da aylık enflasyon yüzde 1’ler seviyesine indiğinde ancak güven hissedeceğini, o nedenle hanehalkındaki beklentinin piyasa beklentilerine yakınsaması için aylık enflasyonun gerçek manada yüzde 1’li seviyelere, hatta yüzde 1’in altına inmesi gerektiğini söyledi.
Aran, okulların açılması, servis ücreti zamları, eğitim masrafları gibi nedenlerle eylül ayında bunun hissedilemeyeceğini ancak ekim ayından itibaren yakınsama olacağı düşüncesini dile getirdi.
Ekonomiye dair 2024 beklentilerini de paylaşan Aran, Türkiye’nin büyüme oranının yüzde 3,5, cari açığının 30 milyar dolar, işsizlik oranının yüzde 9-10 aralığında olmasını, TL’nin de yılı reel bazda değerlenme ile kapatmasını öngördüklerini belirtti.
“Krediyi, hikayesi olan nitelikli yatırımcılar kullanacak”
Hakan Aran, kredi sınırlamaları içerisinde kredilerin ağırlıklı olarak hikayesi olan nitelikli yatırımcılara gideceğini, kredi sıkışıklığının 2025 yılı boyunca devam edeceğini düşündüğünü söyledi.
Merkez Bankasının “kimse faiz indirimi beklemesin” söylemiyle esasında bunu anlatmaya çalıştığını belirten Aran, “Bu sıkılık devam edecek. Şu anda kredi ile ilgili ne yaşıyorsak bunu aslında 2025 yılı boyunca da yaşayacağız. Bugün 50 pahalıysa o gün de 25 pahalı olacak. Çünkü insanlar faiz indirim döngüsü başladığında ‘Bir sonraki ay faiz inecek. Ben niye şimdi kullanayım?’ diyecek. O yüzden zamana karşı yarışan, bir an evvel bir şey yapmak isteyen, hikayesi olan nitelikli yatırımcılar değişken faizli krediyi tercih edecekler. Zamanla da faiz maliyetleri azalacak, hem TL hem yabancı para (YP) faizlerin yönü bundan sonra aşağı doğru olacak. Bu nedenle sabit faizli krediye bu dönemde çok rağbet olmayacaktır.” diye konuştu.
“Zorunlu karşılıklar bankaların karlılığı üzerinde baskı oluşturuyor”
Sıkılaştırma adımlarından, düzenlemelerden bankacılık sektörünün en çok öz kaynak karlılığı ve net faiz marjı açısından etkilendiğinin altını çizen Aran, karlılığı belirleyen net faiz marjının ve öz kaynak karlılığının bankacılığın en önemli rasyoları olduğunu vurguladı.
Parasal sıkılaşmanın bir parçası olarak zorunlu karşılık oranlarının artırıldığını, bankaların yüzde 50 faiz vererek topladığı mevduatın ciddi bir bölümünü krediye dönüştüremeden Merkez Bankasına düşük faizle zorunlu karşılık olarak verdiğini belirten Aran, bu durumun, net faiz marjını etkilemesinin doğal sonucu olarak bankaların karlılığı üzerinde bir baskı oluşturduğuna dikkati çekti.
Bankaların yılın ilk 6 ayında en çok bunun zorluğunu yaşadığını ifade eden Aran, bunu telafi etmek mümkün olmadığı için de geçen yıla göre, bir önceki çeyreğe kıyasla bankaların karlılıklarının da reel sektöre paralel olarak azaldığını söyledi.
“Buradaki trend, kasım ayından itibaren değişebilir ve bankacılık tekrar karlı hale gelebilir”
Buradaki trendin, fiyat istikrarının sağlandığı, enflasyonun düşme eğilimine girdiği, aylık enflasyonda da fiyatlama davranışının değiştiğinin görülmesiyle birlikte kasım ayından itibaren değişebileceğini ve bankacılığın tekrar karlı hale gelebileceğini belirten Aran, “Zor bir dönemi geride bıraktığımızı ve artık bundan sonra bankacılıkta net faiz marjının iyileşeceği döneme gireceğimizi umut ediyorum.” dedi.
Aran, bankacılık sektöründe 30 Haziran 2024 itibarıyla donuk alacak rakamının 216,5 milyar TL seviyesine geldiğini, bunun 147,9 milyar lirasının ticari nitelikte, 68,8 milyar TL’sinin de bireysel nitelikte olduğunu, 68,8 milyar TL’lik kısmın 31,2 milyar TL’sinin ise kredi kartlarından geldiğini bildirdi. Aran, sektörde 30 Haziran itibarıyla sorunlu alacak oranının yüzde 1,54, ticari taraftaki oranın yüzde 1,37, bireysel taraftaki oranın yüzde 2,08, kredi kartlarında oranın da yüzde 2,04 olduğunu söyledi.
“Kredi kartlarında yeni bir düzenleme gereği kalmadı, sistem kendi kendini düzeltme noktasına geldi”
Kredi kartları tarafında çok net bir şekilde donuk ve sorunlu alacak oranlarının arttığını, kart sahibinin zaten para harcayamaz, sadece borç öder hale geldiğini belirten Aran, “Sistemdeki kredi kartları ile harcama kapasitesi, aslında kart sahibi harcayamadığı için düşüyor. Kredi kartlarında bu yüzden artık yapılabilecek taksit tutarını da harcamayı da muhtemelen limitlerin dolu ve sorunlu olma hali belirleyecek. Dolayısıyla bence kredi kartlarında yeni bir düzenleme gereği kalmadı. Çünkü sistem zaten kendi kendini düzeltme noktasına geldi. O nedenle artık düzenleme noktasını geçtik diye düşünüyorum. Olan oldu ve sonuçlarını görmeye başladık.” şeklinde konuştu.
Aran, bireysel krediler tarafındaki bozulmanın bir süre daha devam etmesini beklediklerini, ticari krediler tarafının ise daha kontrollü gittiğini, orada yavaş olan artış ivmesinin 2025 yılında hızlanabileceğini söyledi.
“OVP’de sanayiciler, üreticiler, ihracatçılar açısından bir hikayeye ihtiyaç var”
OVP’ye ilişkin de yorumlarını aktaran Aran, mevcut ekonomi politikalarının aslında çok yeni olduğunu, dolayısıyla majör bir değişiklik beklemediğini, OVP’ye uygun bir gidişat bulunduğunu aktardı. Aran, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bence OVP’de yapılabilecek olan şu; fiyat istikrarını sağladığımızda, enflasyonu kontrol ettiğimizde, OVP hedeflerine ulaştığımızda nasıl bir Türk sanayicisi, nasıl bir ihracatçı, nasıl bir üretim ortamı görmek istiyoruz? Bu ortamda hangi kaynaklar nerelere yatırılmalı, ne yapılmalı? Bu konuda güçlü bir hikayeye ihtiyaç var. Vardiya sayısını, işçi sayısını azaltarak, 2026 sonrasındaki döneme nasıl hazır olunması gerektiğini bilmeden bu süreci sağlıklı olarak yönetmek mümkün olmaz diye düşünüyorum. Bir yandan enflasyonla mücadele ederken diğer yandan hangi yatırımları yapmaya devam etmeliyiz, verimliği arttırmak için neler yapmalıyız, bunların finansmanını mücadeleye zarar vermeden nasıl sağlarız? Yapılacakların bir parasal genişleme olarak algılanmamasını nasıl sağlarız? Bunun mekanizmaları ne olmalı? Bunların konuşulması gerekiyor. OVP’de bir şey güncellenecekse bu da reel sektörün ‘Tamam, biz 2025 sonuna kadar tabloyu anladık ama 2026 sonrasında ha deyince tekrar rekabetçi olamayacağız. O arada ne yapmamız gerekiyor?’ sorusunun detaylıca yanıtlanması ve bankaların kredi kullandırabilecekleri alanların açılması konularıdır.”
“Uzun vadede üreten kesimlere yönelik mekanizmaları konuşmak gerekir”
Dijital dönüşüm, yeşil dönüşüm, verimlilik artışı ve toplam faktör verimliği başlıklarının bu noktada kritik olduğunu vurgulayan Aran, yüksek faiz ortamında uygulanan tedbirlerle çelişmeyen katma değer yaratacak yatırımları teşvik edici ve destekleyici politikaların ortaya konulabileceğini; üreten, yatırım yapanlara yönelik uzun vadeli birtakım adımlar atılabileceğini söyledi.
İş Bankası Genel Müdürü Aran, şöyle devam etti:
“Bu gibi taahhütlerin ortaya konulması, mutabakat sağlanması halinde üreten kesim, iş dünyası bir şeyler yapılacağına dair güven duyduğunda parayı kendisi koyar, yurt dışındaki parasını, kasada tuttuğu parasını yatırıma aktarabilir, harcayabilir. Dolayısıyla tam bir güven ortamı yaratıldığında atıl durumdaki kaynaklar ülke ekonomisine kazandırılabilir. Bu dönemde yapılabilecek en güzel şey güveni tesis etmek, reel sektörün yanında olunduğunu güçlü şekilde ifade etmek… Bunun için de sıkıntılı dönemde izlenen politikalara zarar vermeyecek tarzda uzun vadede üreten, yatırım yapan kesimlere yönelik Kredi Garanti Fonu (KGF) benzeri mekanizmaları konuşmak gerekir.”
“Enflasyon yüksekse enflasyon muhasebesi uygulanmasından daha doğal bir şey yok”
Enflasyon muhasebesine ilişkin de Aran, “Bence enflasyon muhasebesi uygulanmalı. Ortada enflasyon varsa ve yüksek bir orandaysa enflasyon muhasebesinin uygulanmasından daha doğal bir şey yok. Enflasyon muhasebesi uygulanmadığı durumda bilançolar aldatıcı olacak ve bozulmalar da geç fark edilecektir. Bu da şirketlere maalesef telafisi çok zor zararlar verebilir.” dedi.
Aran, Türkiye’nin gri listeden çıkmasının özellikle ülkenin itibarı, bankacılık sektörünün itibarı, yurt dışında iş yapma kolaylığı açısından büyük bir kazanım olduğunu vurguladı.
Mood’y’s’in Türkiye’nin notunu iki kademe artırmasıyla ilgili de Aran, bunun içeride yapılan işlerin doğruluğunu teyit etmesi açısından kıymetli olduğunu, dış finansmana daha kolay ve daha ucuz erişilmesine vesile olan her not artışı ve ülkenin risk seviyesindeki her düşüşün aslında ekonomiye para, kaynak olarak döndüğünü söyledi.
Küresel ekonomiye ilişkin beklentiler
Küresel ekonomiye dair yorumlarını da paylaşan Aran, jeopolitik risklerin olduğu her ortamda oynaklığın da çok fazla olacağını, oynaklığın ise öngörülebilirliği azaltan bir faktör olduğunu ifade etti.
Aran, dünya ekonomisini genel olarak yavaşlayan büyüme, kademeli dezenflasyon ve merkez bankalarının ihtiyatlı para politikası duruşlarının şekillendirdiğini, mevcut görünümün 2025 yılında da büyük ölçüde etkili olacağının tahmin edildiğini belirtti.
Önümüzdeki dönemde başlıca merkez bankalarının faiz indirimlerine devam etmesinin beklendiğine dikkati çeken Aran, enflasyonda gözlenen katılık, devam eden jeopolitik riskler ve emtia fiyatlarındaki olası dalgalanmalar nedeniyle bu sürecin ihtiyatlı olarak yönetilmesi gerektiğini kaydetti.